Josephine Baker (1906-1975)
2006 yılı, bütün dünyada Mozart, Rembrandt, Freud, Heine, Kolomb gibi önemli kişileri doğum günleri veya ölüm günleri ile ilgili andığımız bir yıl; bunların arasında anılması gereken ilginç bir kişi de doğumunun yüzüncü, ölümünün de otuzuncu yılını kutladığımız Josephine Baker. Yaşam hikâyesini okuduğumuzda adeta bir masal figürü gibi, fukara bir ortamdan gelerek bir dönemin en yüksek ücretleri kazanan bir revü sanatçılığına yükselen, Alman Nasyonal Sosyalistleri tarafından “kültür düşmanı” ilan edilen, Amerika Birleşik Devletleri’nin komünist avı sırasında, hakkında yüzlerce sayfalık rapor tutulan, Fransa’da “Medaille de la Resistance” ve “Croix de Guerre” gibi nişanlar alan, bir dönem lokantalarına renginden dolayı kabul edilmediği Amerika’da NAACP (National Association of Colored People) tarafından yılın kadını ilan edilen bir kişilik olduğunu görüyoruz.
“Eiffel Kulesi, Özgürlük Anıtı’ndan çok farklı görünüyor ama önemli mi? Özgürlük olmadan anıtına sahip olmanın anlamı ne?” diyen bu muhteşem insanla ilgili yazılanları gözden geçirdikten sonra, Franz Anton Cramer’in “Korkusuz Kadın” başlığıyla kaleme aldığı ve 29 Aralık 2005’te haftalık Die Zeit gazetesinde, yayımlanan yazıyı çevirmeyi uygun gördüm.
Avusturyalı mimar ve tasarımcı Adolf Loos’un Paris’te bir dönem yaşarken kendisinden çarliston dersleri almış olması ve Josephine Baker için bir konut tasarlamış olması da, benim için tasarım tarihinin ilginç olaylarından biridir. Dış cephesinde siyah-beyaz renklerin hakim olduğu bu proje gerçekleşmemiştir.
O bir dehaydı, keyifli olmanın dehası. Binlerce resim, onu işine kendisini büyük bir özveri ve titizlikle verirken, dünyanın en ışıltılı gülümsemesini üretirken gösteriyor. Josephine Baker, hem edepsiz genç bir star olarak, hem de olgun bir yaşlı hanım olarak tek bir mesaj iletiyordu; yaşamak, keyif almak. Bu arada kendisi modernliğin bir simgesi olma yolunda revü sanatını yeniden keşfederken, yaşamın sadece keyif olmadığına da yeterince yakından tanık olmuştu. Josephine Baker, 1929 yılında Berlin’deki Theater des Westerns’de, Benno von Arents’in devasa Baker karikatürü önünde dans etmişti.
3 Haziran 1906 yılında Missouri eyaletinin St.Louis şehrinde doğan Josephine Freda MacDonald’ın çocukluğunda bile çok gülebileceği bir şeyi yoktu. Bir zenci ve İspanyol’un evlilik dışı kızı olarak doğmuştu. Anne ve babası küçük barlarda sıradan gösteriler yaparken babası onları terk etmişti. Annesi daha sonra alkolik ve işsiz biriyle evlenir, onun da büyüyen aileye bir katkısı olmayacaktır. Ailenin büyük kızı olarak Josephine, hizmetçi-evlatlık olarak iki kere bakıcı aileye verilecektir. Birinde açlıktan ölme raddesine gelir, ikincisinde de bakıcı ailenin erkeği onu iğfal etmeye kalkışır.
1917 yazında Josephine on bir yaşındayken St. Louis şehrinde ABD tarihinin en büyük olaylarından birine şahit olur. Kışkırtılmış beyazlar, ailesinin yaşadığı, siyahların mahallesini basarak bütün bir gece olay çıkarırlar. Kaç kişinin öldüğü kesin olarak bilinmediği bu olaylarda bazı kaynaklara göre ise 100 ölü vardır. Çocukluk döneminin yokluğu, ırk düşmanlığı, hayatta kalmak için verilen kavga onun dünyaya bakışını etkileyecektir, hatta büyük bir sanatçı olduğu dönemde bile.
O aşamaya giden yol zordu. “Isınmak için tek çare dans etmekti” diyor 13 yaşına geldiğinde. Bu arada ilk evliliğini de geride bırakmıştır (o dönemden kalan tek şey soyadıdır) ve güney eyaletlerde dolaşan bir gezici gruba yardımcı dansçı olarak katılmıştı. Bundan önce yaşını ve kökenini gizlemek zorundaydı, hiçbir tiyatro müdürü onun gibi çocuk yaşta birini işe alamazdı. Buna ek olarak melez ve açık renkli bir siyahi olması ne siyahların ne de beyaz seyircilerin zevkine uyuyordu, biri için fazla koyu, diğeri için de yeteri kadar koyu değildi.
Buna rağmen 16 yaşına geldiğinde doğu sahiline kadar varmayı başarmıştı. 1922 yılında önce başarılı bir siyah müzikal olan Shuffle Along’da yedek oyuncu olarak rol aldı. 1924’te Chocolate Dandies adlı gösterişli şova katıldı ve bu gösteri daha sonra Moskova ve Leningrad’a turneye çıktı.
Bu revü sayesinde Josephine, New York Broadway sahnelerine ulaştı. Çılgın çarliston dansları, karmakarışık kol ve bacak hareketleri, yapmacık şaşılığı ve yüzündeki pervasız gülücüğüyle yaramaz bir kukla gibi görünen Baker seyircinin sevgilisi oldu. Revüde bir şarkıcının hastalanması Josephine için başarı kapısını açtı, artık işi sadece dans etmek değil aynı zamanda da baş rolde şarkı da söylemektir. Bundan sonra onu kimse tutamaz. Ücreti artacak, yaşam tarzı değişecek, ailesi düzgün bir eve yerleşecek, kız kardeşi de okula devam edecektir. Esas kariyeri bundan sonra başlayacaktır.
New York sosyetesinden zengin bir hanım, bu heyecan verici yeni olayı, Amerika Birleşik Devletleri’nde biraz hayranlık duyulan biraz da küçümsenen Afro-Amerikan revü kültürünü, eğlenceye aç olan Avrupa seyircisine sunma fikrini aklına koymuştur. Bunun için Caroline Dudley Reagan, Paris sosyetesinden daha da zengin bir beyle, Rolf de Maré’yle bir araya gelir.
Zengin ve soylu bir İsveç ailesinin ferdi olarak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Fransa’nın başkentine gelen, 1920-1924 yılları arasında, İsveç Balesi ile Avrupalı avangardların başını döndürmüştür. Aralarında André Derain, Fernand Léger, Giorgio de Chirico gibi isimlerin bulunduğu, modern resmin önde gelenleri, kostüm ve sahne dekorlarını tasarlayarak, Paul Valéry ve Arthur Honneger, Jean Cocteau ve Darius Milhaud da müzik ve librettolarını hazırlayarak birlikte akademik bale kültürünün karşıtı bir sanat bütünlüğünün yapıtlarını yaratır, modern olgunun sahneyi zapt etmesine neden olurlar.
Caroline Dudley, New York gruplarının içinden yeni bir birleşim oluşturarak, onları Atlantik’in öbür yakasına gönderir. Burada Afrikalı olan her şey zaten modadır ve siyahi oyuncuların yer aldığı bir jazz-revue’nün tam zamanıdır. 1925 yılının Ekim ayında Revue Nègremonden Paris tiyatrosu Comédie des Champs-Elysées’de ilk gösterisini yapar ve büyük bir sansasyon yaratır.
Baker ilk sahneye çıktığında, uzun kol ve bacakları ile, dört ayağı üstünde yürüyen bir zürafaya andırır. Ondan sonra ilginç surat ifadeleri ile çılgın bir çarliston dansı yapar, poposunu sallar ve sonunda da kâğıttan bir ağaç dekorun üzerine zıplar. Akşamın ikinci gösterisinde üstünde nerdeyse hiçbir şey yoktur. İriyarı bir siyahi dansçının omzuna kurulmuş olarak sahneye girer ve havada zarif bir takla atarak iki ayağı üstüne düşer. Sonunda, basının hayret dolu eleştirilerinde yer aldığı gibi, “ilkel bir çiftleşme şeklindeki” dans gösterisini, “vücutlarının orgazm titremeleri” ile bitirirler.
Revue Nègre Paris’te yaklaşık iki ay gösteri yaptıktan sonra Avrupa’da uzun bir turneye çıkar. Josephine Baker bir gecede star olmuştur. Onu izleyen yılın ritmi içinde Paris gece hayatının tapınaklarında giderek daha zenginleşen yeni revüler yer alır; Folies-Bergères, Casino de Paris daha sonra Bobino ve Olympia. 1926 yılında Louis Lebercher, La folie du jour’un programını kurgular.
Baker’in markası olacak meşhur “Muz Dansı” da bunun bir parçasıdır. Kâğıttan muzların sallandığı ilginç bir etekçik içinde yaptığı çılgın çarliston dansı. Genellikle seyirciye yan dönerek, grotesk bir görünümde, sonra da tekrar cepheden, gözlerini şaşılaştırarak, inanılmaz bir erotik sevimlilik sergiler. Bunlar, bir tek kişinin kimliğinde yirmili yılların özelliklerini yansıtır. |
Daha sonra Paris qui remue adlı koloniyal revüde“Voulez-vous de la canne à sucre?” (Şeker kamışı ister misiniz?) diye şakalaşırken “Muzdan daha iyi/ sevgili bayanlar tavsiye ederim / siz de katılın ve sakın çekinmeyin” der. İronik, iki anlamlı konuşmaları, hafif meşrep ve muhteşem çıplaklığı, klişelerle oynamaları, bütün bunlar “Siyah Venüs” Josephine Baker’i gösteri dünyasının en yüksek noktasına uçuracaktır. Esmer teni o kadar popüler olacaktır ki , soluk tenli hanımlar için Deauville kumsallarında güneşlenme modası başlayacaktır.
Baker’in en büyük rakibi, Paris müzikallerin starı Mistinguett, bu duruma bir şarkıyla karşı çıkar: “Paris tüm dünyanın hoşuna giden bir sarışın hanımdır.” Yanıt hemen gelir; 1932 yılında La joie de Paris gösterisine sarı bir perukla çıkar ve şöyle der: “tenim bana kalbimin ateşini verir.” Josephine Baker’in gözü hiçbir zaman yılmayacaktır.
Menajeri ve sevgilisi olan, İtalyan soylusu olduğu iddia edilen Pepito Abatino ile birlikte büyük paralar kazanmaktadır. Kremler, saç bakım malzemeleri, çorap otomobil vb. ürünler için poz vermektedir. Büyük şehirlerde şubeleri olan bir gece kulübü zinciri kurar ve oralarda misafir sanatçı olarak gösteriler yapar. Kendi prodüksiyon şirketini kurar, birkaç kez anılarını yazdırır, ilki henüz yirmi yaşındayken, 1927 yılında yayımlanır ve hepsi de çok satanlar arasına girer.
Parası taşmaktadır, özel bir hayvanat bahçesi kurar, Paris’in batısında şık bir mahalle olan Le Véinet’de bir villada oturur, üniformalı hizmetçiler tutar, kahvaltı, çay ve yemek davetlerinde şampanya ikram eder. Büyük modacılar onu keşfetmişlerdir, Baker’in zarafeti bütün yeni zenginlere örnek olur.
1930 yılında Casino de Paris’in yönetimi ona yeni revüsü için bir panter hediye eder. Basın bu fikri çok beğenir, Josephine de Chiquita’yı çok sever ve Paris bulvarlarında onunla boy gösterir. Başkentin uygarlığında ehlileşmiş bir yabani hayvanın esprili ve aynı zamanda ağırbaşlı duruşunu sergiler. Yazar Colette onun için, “Elle est la plus parisienne de panthèr” (“Bütün panterlerin en Parislisidir”) der.
Baker başka yerlerde de rağbet görmektedir. Berlinli tiyatro kralı Max Reinhardt onun 1925/26 Prusya gösterisinden sonra yanında kalmasını ve “doğal yaratıktan bir tiyatro sanatçısı” oluşturmak ister. Baker bu teklifi reddeder. Zaten cebinde Folie-Bergères le yapmış olduğu sözleşme vardır.
Baker sadece hayranlık uyandırmamaktadır. Tutucu değer koruyucular, onu protesto etmekte ve onlar için “kültürel bir ayıp” olduğunu iddia ederek ona şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Baker’in, Viyana, Münih ve Budapeşte’de sahneye çıkması, hareket halinde olan Zeitgeist’in karşı gösterilerine neden olacaktır. Berlin’de SA birlikleri gösteriyi basacak, faşist İtalya’ya girmesi bile yasaklanacaktır.
Kendi yurdunda da her yerde kabul görmeyecektir. 1935 yılında Avrupa’daki başarısını New York’ta da tekrar edeceği düşüncesiyle Ziegfield Follies’de, koreografisini Georg Balanchine ve kostümlerini Vincente Minelli’nin tasarladığı gösterişli bir revü için sahneye çıktığında ırkçı bir kindarlık ve püritan bir kötü niyetle karşılaşır. Tüm şöhretine ve parasına rağmen, onu Avrupa’ya geri getiren Amerikan gemisinin siyahlar için ayrılan alt güvertesinde yolculuk etmek zorunda kalacaktır.
Paris onu alkışlarla karşılar. Artık nereye ait olduğunu bilmektedir. 1937 yılında sanayici Jean Lion’la yapmış olduğu evlilikten dolayı Fransız vatandaşlığını alacaktır. Hitler ordusunun Paris’e girmesinden kısa bir süre önce şehri terk ederek Dordogne’daki Les Milandes Sarayı’na yerleşir, burası Almanya’nın insafıyla Mareşal Pétain tarafından yönetilen ve işgal edilmemiş olan bölgesidir. Hem Yahudi olan kocasını düşünerek hem de vatansever düşünceleriyle her hangi bir anlaşmaya girmez. “Almanlar Fransız topraklarında olduğu sürece anavatanımda şarkı söylemeyeceğim” diye ilan eder. Bu duruş onun Özgür Fransız Birlikleri’nin direnişiyle yaklaşmasıdır.
Josephine Baker gerçekten de ajan görevini üstlenecek, bazı dokümanlar taşıyacak, sınırlardan bazı mektupları geçirecektir. En yüksek çevrelerde tanıdıkları vardır. 1937 yılında almış olduğu pilotluk brövesi ile hava kuvvetlerinde asteğmenidir. Bu nedenle de direniş güçleri için yapmış olduğu hizmetlerden dolayı, General Charles De Gaulle’ün elinden Lothring Nişanı’nı alacaktır.
Savaş sırasında başka kötü anlar da yaşayacaktır. 1941 yılında Marakeş’de iken yaptığı düşük nedeniyle bir karın zarı iltihabı geçirir. Yaşamı tehlikededir, hatta gazetede ölüm haberi çıkar. Müttefik orduları Kuzey Afrika’ya çıktığında tekrar ayaktadır ve kurtarıcı ordusunu şu marş ile karşılar; J’ai deux amours, mon pays et Paris” (“Her ikisine de aşığım, vatanım ve Paris”).
Korkusuz Kadın’ın uzun süredir yeni bir düşü vardır. Bir aile kurmak istemektedir, çok özel bir aile modeli. Kendi çocuklarını doğuramayacaktır. Onun yerine Papa Pius XII'nin de kutsamasıyla, Dordogne’de evlat edinmek istemektedir, olabildiğince çok ve değişik köken ve renklerden.
Bu ırk düşmanlığına ve milliyetçi çılgınlığa karşı bir simge olmalıdır. Avrupa, Amerika, Afrika ve Asya’dan savaş öksüzleri ve yoksulluk kurbanı olan on iki çocuğu koruması altına alır.Les Milandes’da tek tük gösterilere çıkmakta, deliler gibi dolaşarak turneler ve plak kayıtları yapmaktadır. Ailesinin bulunduğu yerde bir otel, gece kulübü, örnek çiftlik ve bir park kurmuştur. Bütün bunlar korkunç giderlerdir. Binlerce konuk da gelse, tüm masrafları karşılamamaktadır. Dördüncü eşi olan, müzisyen Jo Boullion’dan 50’li yılların sonlarına doğru boşanacak ve işler de giderek kontrolünden kaçacaktır. Brigitte Bardot, Monako Prensesi Gracia Patricia, Fidel Castro ve Fransa devlet başkanı ile birlikte yapmış olduğu birlik eylemlerine ve onların katkılarına rağmen şirket dağılmaktadır. 1968 yılında Saray açık arttırmaya konacak ve altı ay sonra da çok sevdiği Les Milandes’i terk etmek zorunda kalacaktır. Josephine Baker’in bornozu içinde, başında baş örtüsü ile kapı önündeki çaresiz halini gösteren fotoğrafı bütün dünyada yayımlanacaktır.
Rüya çökmüş, Gökkuşağı Ailesi”nin hiçbir geliri kalmamış, kariyeri de dibe vurmuştur. Sonunda Monako Kızıl Haç örgütü ona kapısını açar. Hiç yorulmadan yoksulluğa ve ırk ayırımına karşı savaşmış olan, 1963 yılında Martin Luther King’in yanında Washington’daki yürüyüşe katılan, İsrail Başbakanı Golde Meier ve Yugoslavya’nın başkanı mareşal Tito, ABD’de Robert Kennedy ve tabii ki General De Gaulle tarafından davet edilen ve dostça ağırlanan Baker ve bir dönemlerin en büyük ve görkemli süper starı artık Cote d’Azur’da milyonerlerin arasında beş parasız yaşamaktadır.
1974 yılında fazla başarılı olmayan birkaç geri dönüş denemesinden ve ABD deki insan hakları savunuculuğu nedeniyle yaşadığı sürtüşmelerden sonra, Paris’teki dostlarının girişimiyle, “Josephin Bobino’da” başlığıyla bir Jübile gecesi düzenlenir. Bu gece, Fransa’ya gelişinin 50.yıl kutlamasına denk gelir. 8 Nisan 1975 yılında yapılan şov büyük bir başarı sağlayacaktır. Devlet Başkanı Valéry Giscard d’Estaing kutlar; çabuk unutmayı seven Paris şehri eski sevgilisine kavuşmuştur.
Josephine Baker yeniden bir dünya turnesi planlamaktadır, ama bu gerçekleşemeyecektir. İkinci gösteriden bir gün sonra Josephine Baker bir beyin kanaması geçirerek komaya girer, 12 Nisan Cumartesi günü ölür.
Dostlarının katıldığı bir törenle Monako’da toprağa verilir. Ama ondan önce Paris’te bir devlet töreni yapılacak ve Fransa eski bir askerini 21 pare top atışı ile uğurlayacaktır. Herkesi kendine hayran bırakan sanatçı, revünün yüzyıl yıldızı, olağanüstü bir yaşamın arkasından son bir büyük alkışla uğurlanacaktır.
Çeviren: Şermin Alyanak